Gönderen Konu: Altın Muz Ödüllü bir yerli Loko Filmi  (Okunma sayısı 2017 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı MesutDEM

  • Forum Üyesi
  • Yaş: 57
  • İleti: 42
Altın Muz Ödüllü bir yerli Loko Filmi
« : Ocak 21, 2013, 11:59:18 »
İnsanlar eskiden bugüne en genel anlamda iki gruba tasniflenir:

1-Aklı başında insanlar (Hayatı tartmaktan kaçınmayan ve bu yolda insan zekâsının bütün imkanlarını seferber eden insanlar),
2-Akılları başka yerlerinde olan insanlar ( Varlıklarını hayat treninde varolmaktan ibaret gördüklerinden, o trenin içinde  ve elbette onun devlet biletlisi olabilmek yolunda her türlü taklayı atmaya razı ve sayıları daima çok daha fazla olmuş olan birileri).

Ülkenin son 30 yılında 2. gruptaki insanların sayıları –maalesef- korkunç bir şekilde artmış olduğundandır ki, insan kavrayışı ile dalga geçmeye dönük olarak tezgâhlanmış olduğu kesin olan bu tren de kendini güvenceye almış havasına iyiden iyiye girdi.

Bunun neticesi olarak, aşağı yukarı, 90´ların ortalarına tekabül eden günlerden itibaren, bir “kuru sıkı” kitlesi türemiş oldu.

Burada, -bir Eskişehir´li oluşum itibarıyla- “hayat treni taklacıları”nın 3. dünya kuru sıkı vitrinlerini kolaydan parlatabilmek yolunda dillerine dolayıp, olsa olsa kendilerini aldattıkları pekçok türetme vitrin dekorasyonundan birini ele alacağım. “Eskişehir Turko LokoLombaş Fabrikası”  dediğim yeri.

Çünkü, “gerçeği görüp buna göre tavır almak” yerine, KPSS kuyruğuna müstakbel aday modunda yaşayagiden seri imalatın kendisi kadar, onun sürü dilinde dolaşan zırvalar bendenizi daha fazla çıldırtıyor.

Gerek Eskişehirli oluşum ve “Tren Kültürü” bakımından bana duvarların ötesinden sırıtan TurkoLokoLombaş Fabrikası; gerekse, “Otomobil Tasarımı” ile 10 yıl boyu ilgilenmiş oluşum bakımından, otomobil kavram, nesne ve kültürüne nanik yapan  3. dünya zırvalarına karnı tok biri oluşum itibarıyla “Devrim Arabası” düzmecesi...
.................................

2001 yılı idi. Herşeyi göze alarak ve aslında çok geç kalmış bir halde büromuzu açalı henüz 4 yıl olmuştu. 3. dünyadan dünyaya –computer sayesinde- gözlerini açabilme yolunda start´ın verildiği yıllardı. Biz de CG (Computer Graphics) macerasına başlamış olduk.

Kendini lokomotif “Fabrikası” olarak takdim eden devletlûya bir ziyarette bulunalım dedim. Ne de olsa  “kamu – özel sektör işbirliği gibi şirin tekerlemeler” o zamanlar da vardı.

İlginçtir ki, bir generalin bir genel müdüre, onun da üç tane kelle memura emir vererek toplattırdığı o şeyin buranın hurdalığından buldurulup yürür hale getirilmesinde rol almış bir “stylist” arkadaş ile de aynı zamanlarda tanışmış idik.

Yıllar geçti, sadece devlet sancağı el değiştirdi (Yani hiçbir şey değişmedi).

Son yıllarda bilhassa sürüye yeni katılma aşamasındaki genç yedek parçalar üzerinde iyiden iyiye etkili olan devlet türkü ve türkücülüklerinin yeniden hakim duruma geçmesi karşısında üzülüyorum. Bu hatıramı da bu yüzden kaleme alıyorum. Çünkü marifet “sürüye oyun havası düzmek” ve bu çıldırtıcı trenin koridorlarındaki ağızlar kulaklarda halay/horon ekibine katılmak değil,  “insan´ı ifade eden ve adına müzik demeyi hakeden yüksek bir kültürü inşa edebilmek”tir (iyice ayıplaşacak fakat gerçek o ki 70´lerin sonlarından bugüne müzik ile içiçe biriyim. Buna “sistematik müzik dinleme” diyorum)...
.........................

Eskişehir´de 30´lardan kalma olduğu hemen belli olan o koca memur kapısını (yani “devlet kapısı” denen şeyin tipik bir tezahürünü”) herkes bilir.

Ah ne kadar da güzeldir o göstermelik ön avludaki “Sümerbank Sümerbank” diye seslenen 70´lik köknarlar... Biterim onların havasına suyuna ben...

En yakın akrabam (!) ve ben, tanıdık şefliğin yolunu tuttuk. Herzaman olduğu gibi, politik rantabilitesi olan tasniflenmeler belli oluyordu (Orası şucuların, burası bucuların)...
Beni dinleyen biri, “evet burada sana benzeyen biri var, seni olsa olsa o anlar” dedi. Ve aldı beni Ar-Ge (!) daire başkanı durumundaki bahis konusu adamın yanına götürdü. Başladık anlatmaya. Adam benden daha dertli çıktı. Meğer, o günün bir yerinde Türk-LokoLombaş´ta “CAD” diye bir mefhuma henüz yeni geçilmiş (!). Yıl 1981-91 değil 2001...

Bilenler bilirler, CAD işinin bir 100bin$´lık kellevî halleri, bir de semi-pro denen (yani, “içi semi dışı beni” olup) 5-10bin$´lık halleri vardır. İşte bu semi´lerden iyi bilinen birini almışlar. Sonraki dakikalarda oraya da götürdüler. Onlar aşağıdaki paragraflarda.

Meğer, burada CAD´den –kendince- anlayan (ve istifade edebilmek için de o derece mücadele etmiş) sadece bir o -üstelik de daire başkanı- şahıs varmış. “Loko fabrikası” geçinen ve “Türko Loko-Lombaş” dediğim o yerde oralarla muhatap olabilir kademelerdeki hemen hepsinin bildiğine adım emin olduğum o “Auto CAD  boji dosyası”nı hayatım boyu unutamam.

-Haaa o mu, onu bizim ... Bey çizdiydi ama öyle kaldı. Zaten o da emekli olalı çok oldu...

Adamın o şeyi Auto CAD´te  çizmek zorunda kalmasına mı, yoksa dosyanın döküntü bir bilgisayarda tam 1 saatte açılmasına mı şaşacağımı şaşırdım. “Devlet denen bu dev maaş bankası”nda hayatım boyu görebileceğim tek “idealist” ile karşı karşıya olduğumu anlamam zor değildi. O adamın kızak bir mevkide de olsa, orada daire başkanlığına kadar gelebilmiş olmasına bugün bile hayret ederim.

Tabi, dosyayı açamadık, sadece ekran capture´larına bakmakla yetinmek mecburiyetinde kaldım.

İki yıl önceki “yapmaz olayım” dediğim son ziyaretimde o başkanın emekli olduğunu öğrendim. Onun adına sevindim...

(2001 sonbaharındaki sekansa devam...)

“Ahh neredesiniz metre metre pazen ve patiskalar?” diye bağıran camekanlı koridordan geçip “çizim atelyesi” olduğunu anladığım bir yere vardık. Daha doğrusu, önünden basıp gidiyorduk ben farkına varıp durdum. Oranın da camekanları vardı da öyle gördüm. En iyi ihtimal 50´lerden kalma ve enaz yirmi kadar çizim masasını dün gibi hatırlıyorum. Bunlarda  Amerikan/Fransız vs lokomotiflerinin civatalarını / tekerleklerini kimbilir ne kadar da çok çizmiş ve maaşı ne kadar da fazlasıyla haketmişti, alınları, elleri ve en aşağıda nihayet ayakları bol bol terleyen o simalar (!) Neyse ki “global  warming” olayının adı o yıllarda bile duyulmakta ise de Eskişehir´de henüz 2006 yazındaki kadar patlamamıştı...

Sonra yukarıda bahsettiğim “semi pro CAD” işinin başına geldik. Koca Türk-LokoLombaş Fabrikasında (!) tek bir bilgisayar (!).  (Elbette çizim/tasarım amaçlı olandan bahsediyorum. Yoksa, memur takımının önünde o beni daima çıldırtmış olan “ihtiyaca binaen” şeyler o zaman da vardı).

Gençten olmak üzere biri erkek diğeri bayan ve de Allah bilir kimbilir kimin nesi iki tanesi. Bunların başında da 45-50 arası bir başkası. Adam hemen lafa girdi: “Bu arkadaşlarımız bu programın kursuna gitti...”  (Çok klasik ve elbette fasarya bir başlangıç).

“Niçin bu programı tercih ettiniz?” diye sordum. “Çünkü aynı perspektifte farklı çizim yapılabiliyor” gibisinden, hatırladığımda bugün bile güldüğüm bir cevap aldım. Bu arada, torpilli ikisi de boyna arka planları beyaz tipik 4´lü  ...dworks viewport´unda ufaktan birşeyleri döndürmekte idiler...

Unutmuşum, şimdi hatırladım, yine aynı en yakın akrabam ile bu defa muhtemelen 2004-2005 gibi bir zamanda doğrudan genel müdüre yaptığımız bir ziyaret de var (bu, ...ymen´den aldığı kazağı ile böbürlenen cinsten bir müdürdü. Kazağın omzundaki “yapıştırma” ve uçlerı kalkık haldeki marka etiketini dün gibi hatırlıyorum). Böyle olunca, Eksişehir´li oluşuma binaen, Türko-LokoLombaş “lokomotif fabrikası (!)”na  2010 sonbaharındaki son ziyaret ile birlikte toplam ziyaretim “3” olmuş oldu...

3.ncüsü ise zaten tam bir felaketti. Müh titrli olmasına rağmen kızağa çekilmiş birinin gazına gelip gittim. Yani bu olursa, “geri vitese aldığını sanarak aynı duvara 3.ncüye yapıştırmak” gibisinden birşey oldu.
Bahis konusu, haline acıdığım fakat acımaz olsaydım dediğim müh. arkadaş, “bizim müdür internet sayfalarını yenileyecekmiş, ben senden bahsettim, bi görüş istersen” demişti. Bundan daha iyi 10 no yağ mı olur?

(Son Eskişehir sohbet toplantımızda da anlattığım üzere),

Başladık araştırmaya. Ne Siemens´in ne de Bombardier´in web konseptleri kaldı. Hatta bir GE dizeli -tıpkı bu forumdaki arkadaşların yaptığı gibisinden- tımarladıktan sonra sunuma hazır hale getirilmiş şeyler de yaptık. Ve en nihayet, her zaman olduğu gibi, “realite karşısında idealimize güvenerek” iletişim/gülüşüm/gidişim tiplerden birilerinin odasına vardık. Yine biri erkek diğeri kadın. Fakat bu defa ikisi de şef... Erkek olanı 30´larında, kadın olanı ise 10-15 vagon kadar daha yaşlı...

Anlattık anlattık, "dünyaya sunuma layık" konsept çalışmalar, "üretim birikiminin sunumuna dönük enformasyon teknikleri", 3d web´ler, web´de evirip çevirdiğimiz her zamanki beyaz şeritli Türko dizeller  filan. Sonra 30´larındaki erkek şef ağzından kaçırdı. Meğer bunların gen müd.leri Ankara´daki gen müd.ün yaptırdığı gibi “Atatürk´ün panoramik vagonu”ndan ibaret gibisinden birşeyler istiyormuş. Bizim önerdiklerimiz çok başka (yani, “fazla” demek istiyor) imiş...

Anladığım kadarıyla bunların gen müd.leri Ankara´dakini “rakip” olarak görmekte olduğundan böylesine “onun yaptırdığı gibisinden muazzam düzeyde göz doldurucu (!)” bir şeyler istiyormuş. Eh onu da, Eskişehir yerelinden ortada aç gezen ve adına “web sayfacı” denen takımından yeni yetmelere üç-beş atarak yaptırıverirlerdi.

Yani, alınları, elleri, ayakları ve daha kimbilir nereleri terleye terleye maaşı hakeden bu 3. dünyalı zevat, “web konsepti” olarak, beni fazlasıyla çıldırtan, fakat, diyar oda (!) ahalisinin “vay anasını 3d´ye bak” dediği, halbuki 3D ile ancak Hacı dedenin Mekke / Medine pazarından getirdiği stereoskopta görülenler  kadar ilgisi olan “amatör raconu 360° - panorama” işlerden talep etmekte idi. Onlara Siemens veya Bombardier çok fazlaydı. Ne gerek vardı Eskişehir veya Anadolu´daki maraba populasyonunun adam gibi / batı standartlarında enformasyon almasına?

Ne gerek vardı, Eskişehir/Anadolu´daki maraba sürüsünün LokoLombaşın “muhteşem”  lokoları hakkında lokolanmasına?

Fakat aptal durumuna düştü isem bu, benim, “onların / oranın, siviliteye enformasyonu yapılabilecek bir teknoloji kültürlerinin hiç olmaması” olduğunu kolayca unutarak oranın yoluna düşüvermiş olmamdı.
Kaldı ki, taaa merkezdeki birileri böyle birşeylere gerek görseler, onların İstanbul ve hatta olmadı Newyork´taki biraderleri (!) varken-e  bu iş, Allah´ın şu Eskişehir´inde kendini –yalancıktan- CG (Computer Graphics) bürosu olarak yutturmaya kalkan bize mi düşerdi?
........................

Şimdi, yine bu forumda çok yeni olmama rağmen, son günlerde devlet vitrinine sürülüp parlatılmakta olan “taşeronluklar”ın sonuçlarını  görüyorum.

O şeyler, bu 3. dünya tezgâhının 40-50 yıldır talim edilmeye zorlanan portföyü yanında “teknoloji harikası” gibi görünebilir. Fakat bendeniz, “tasarım” ve de bilhassa “computer based design” konusunda, sözde millî zurnalıklar uğruna, “taşeronluk ile yaratıcılık arasındaki fark”ı  görmezden gelebilecek biri değilim.
Karşımızda bu 3. dünya tiyatrosunu oynamaya devam eden bu şey, insan zekâsını hafife almaya kalkmakla bendeniz gibilerini değil, kendini komik duruma düşürüyor.
Yapılan iş açık: Bunun “tasarım”, hele ki “yaratıcı tasarım” yönü filan yok. O lokolar muhtemelen

1-Ya hazır data´ların CNC´lere yüklenmesi ile imal edilmiştir,
2-Veya en iyi ihtimal, bu gibi 3. dünya çiftliklerine has olmak üzere, adına “imalat mühendisliği” dedikleri bir saçma faaliyet üzerinden ve fakat yine hazırdan imal edilmişlerdir.

“Keşke birşeyleri 0´dan yapabilmiş olsalar da bir dişimi kırsam” diyeceğim. Fakat buna ihtimal bile veremiyorum. Çünkü, “yaratıcı insan” karşısında devletiyle/toplumuyla bu ağa/maraba kurgusu, buna asla müsamaha göstermeyecektir. Çünkü onlar için önemli olan “yaratmak / üretmek” değil, “yatak odası finansmanı”dır...

Bu yazıdan için kimse bana bozulmasın. Bunun yerine, mesela, “LokoLombaş” fabrikasında işin içinde birilerini bulup, “herhangi bir dizelin full CAD kataloğunun” ve buradan yola koyulunup  -en küçük civatasına kadar denir ya- bir CAD dosyasının olup olmadığını” sormayı deneyin. Cevap alamadığınızda üzülebilirsiniz. Fakat cevap aldığınızda o cevapta geçecek olanların sizi çok daha fazla üzeceğini çok iyi biliyorum. Ne demek istediğimi sadece daha iyi anlamış olmakla kalmaz, aynı zamanda sağlam bir sağlamasını da yapmış olursunuz.

“Özelleştirilsin bu maaş çiftlikleri” demenin de artık anlamı yok. Çünkü  “özelleştirme başlığı altında devlet malları ...udiye satılıyor” itirazı da haklı. Ben şahsen artık hiçbir şeye anlam veremez durumdayım. Buna rağmen, o Türkü-azlı yeni Loko fotoğraflarındaki kütleye baktığımda da yine  “...udiye –teri bol- taşeronluk”tan başka birşey göremiyorum...

Sonuç olarak, gözlerini bizler gibi “zor olan”a değil, KPSS kuyruklarına (ve elbette oradan da bir an önce yatak odasına terfi edip tender´lemeye/ramfor´lamaya) dikmiş genç insanlara birkez daha sesleniyorum: Taşeronluk içinden ne moto, ne loko, ne de oto olabilir...
Ýçinde değil Dışında olanlardanım.