Bugün Ankara´dan Eskişehir´e "Hızlı Tren" ile geldim. Bu yazıyı da buna binanen hazırladım. Aslında bu konuda yazmayı -elbette ve özellikle bir tren forumuna- düşünüyordum. Fakat buna bu tecrübeyi de eklemek kaçınılmazdı.
Ben sadece tren konusu ile değil, aynı zamanda -ve hatta daha fazla- "havacılık" alanı ilgili biriyim. Ve 42 yaşındayım. Bugünkü hızlı tren (ki, bence başa "yüksek" sözünü eklemek mantıklı değil) tecrübem öncesinde zaten iki farklı tenkid halindeydim:
1- Ülkede saçma bir "3. dünya savunmacılığı" son 10-14 yıldır mantar gibi türedi ve bu, bu güne "ulusalcılık/miliyetçilik" başlığı altında yansımakta. Havacılık konusunda da (ülkenin 3. dünya şartlarında bir "sivil havacılık" mefhumu hiç olmadığı halde) olduğu üzere, tren aleminde de, benzer şekilde, bu alanları bahis konusu 3. dünyalı defanslara/savunma mekanizmalarına alet edebilmek modası hakim durumda ve bunların farkındayım. Bu konjonktürde sırf yalın hayat menfaatleri (aile, maaş vs) sebebiyle bu modaya sahip çıkan ileri yaşlardaki simaları anlıyorum. Fakat zavallı ve de bu yerel çukurda dünyadan bi haber haldeki (internet başında olmalarına rağmen) genç nesil dizilerinin bu içi boş propaganda sürecine alet olmaları tamamen akıl dışıdır.
Diyeceğim o ki, bugün yanımda seyahat eden ve oldukça da aklı başında genç inşaat mühendisi arkadaşın çok iyi anladığı espriyi bunlara bağlamıştım: Tren henüz Ankara Garında beklerken "İyi de bunun pencereleri -Atatürk´ün sarkıp poz vereceği şekilde- açılmıyor" diye tepki verenler olacağını biliyorum, bu yüzden muhtemelen "biz eski trenlerden memnununuz, onlar bize yetiyor" diyorlardır dedim. Buna güldük (halbuki Atatürk´ün Amerikan dizelinin çektiği bir trende fotoğraf verme şansı hiç olmamış, bunun yerine İngiliz/Alman Lokomotiflerinin çektiği vagonlardan poz vermek zorunda kalmıştı). Tabi, bunu alenen dile getirmeseler de bu konudaki "sessiz kalma" tavrı bunu anlatır.
Sırf böylesine gömülü bir sebepten dolayı, sayfalarına bol bol Atatürk/Bayrak koymak suretiyle kendilerine anlam yükleyen sitelerde "Hızlı Tren"e sessiz bir tepki halinde olunacağını kestirmek zor değildi.
(Bu konularda akademik/profesyonel liyakatlerine güvenilebilecek az sayıda kimi simaların "temkinlilik/vakar" adına sessiz kalmayı tercih etmelerini ise istisna olarak görüyorum).
Bendeniz bir Eskişehir´liyim. Yani, çocukluğu trenler önünde geçmiş biri. Sadece bu da değil. Aynı zamanda ve enaz bunun kadar önemlisi, bütünüyle ithal trencilik aleminin maaş çiftliklerinin Eskişehir Hayatının sosyal yüzündeki anlamını tartmak bakımından da...
Yani, Eskişehir´de aileler vardır: Bunların erkeklerinin bir kısmı TCDD ve de Lokomotif Fabrikası adını taşıyan yerde istihdam (!) edilmişlerdir. Bunlar buralardan aldıkları maaş ile o yatak odalarını finanse ederek kutsal torun torba sosyalitesine talim etmişlerdir (bu yüzden bendeniz bütün fikir sürecimde bu "maaş" olayına "yatak odası finansmanı" tabirini kullanırım).
Bu 3. dünya ülkesinde "lokomotif fabrikasının lokomotif tasarlayıp/yaratıp üretmeye değil, rejimin yegane dayanağı olan komunal torun torba ailelerine maaş dağıtmak amacına dönük olduğunu, bundan başka bir amacı da asla olmadığını" çok uzun zamandır zaten biliyordum...
Bunların neticesinde, ortada "ağzıyla kuş tutsa dahi" tarzında bir defansın olacağını, konunun, bol Atatürk´lü/bayraklı amatör sitelerde enazından "yokmuş" gibi geçiştirilmek isteneceğini kestiriyordum.
2- Ancak bunların farkında oluşum, mevcut "ithal" hızlı treni tenkidden kaçacağım anlamına gelemezdi. Nitekim bugünkü seyahatte, aylardır bilincimde olan tahminlerimde -maalesef- haklı olduğumu anladım (bunun böyle olduğuna inanıyorum).
Bundan öncesinde birkaç defa sırf hızlı tren katarını yakından görmek için Eskişehir Garı´na gitmiş ve -naçizane- trene yakınlarından bakınmıştım. Bu gözlemlerimde bende "İspanya´dan (her zaman olduğu gibi "buğday parası" karşılığında) satın alınan yapının son derece konvansiyonel olduğu" şeklinde bir kanaat meydana gelmişti.
(Mekanik kurgularda "yalınlık" arzu edilen bir husus olabilir. Fakat bu, "derme çatma" ile karıştırılmamalıdır).
Birkaç gün öncesinde konuya yine ve elbette amatör imkanlarım çerçevesinde konsantre olup bir internet akşamımı buna ayırdığımda kesin olarak şu kanaate ulaşmıştım: "Hızlı Tren"in bir 3. dünya maaş çiftliğinde yaratılıp üretilememesinin kaçınılmazlığı" yanında, satın alınma tercihi de hatalı olmuştur. Yani, bu trenlerin -mesela- "Alstom" gibi bir tren abidesi yerine, bütçe/ihale sebebiyle, İspanyol kuruluşundan satın alınması büyük hata olmuştur.
Açıkça itiraf ediyorum: Satın alınmış olunan ve bugün seyahat ettiğim trenin tasarım ve mühendisliğini -acizane kanaatim- hiç beğenmedim...
Buna, "trenin üzerinde yol aldığı yapının hali (!)" de eklendiğinde kanaatim daha da perçinlenmiş oluyor. Hatta, tren katarının "derme çatma" intibaı veren tasarım ve uygulaması (ucuz etin yahnisi...), raylardaki derme çatma kurgu yanında çok hafif kalıyor. Yani, raylar hiç olmazsa "sorunsuz" olsa trenin şu haline katlanılabilir. Fakat ray yolunun hali bunu büsbütün ortadan kaldırıyor (Bununla, trenin üzerinde yol almak zorunda kaldığı "eski" kesimleri değil, bizzat sırf bu tren için yapılmış yeni yol kesimlerini kastediyorum).
(Kaldı ki, göstergenin 240-250 km/sa gibi rakamlarda sanki 20-30 km/sa gibisinden fazla gösterdiği hususunda da genç inşaat mühendisi arkadaş ile mutabık kaldık. Hatta kendisi, daha öncesinde bu trenle pekçok defa seyahat etmiş olmasına rağmen, "yer/konum değiştirme" üzerinden hız ölçebilen bir el GPS cihazı ile ilk fırsatta deneme yapacağını söyledi).
Sonuçta, iki detay ortada:
1- Bu tren, tıpkı İngiliz, Alman, Fransız ya da Amerikan lokomotif/trenlerinde ya da Amerikan F-16´larında olduğu gibi, "bizim" değil. Bu defa İspanyolların. Çünkü birşeye "bizim" denilebilmesi için o şeyin "sizin" tarafından yaratılıp/inşa edilmiş olması gerekir. Bir nesneyi nereden/hangi üretime karşılık geldiği belli olmayan 3. dünya paralarını verip satın almak, ona "bizim" demeye asla ve asla yetemez...
2- Tıpkı 70´lerin sonlarında "Mavi Tren" uygulamasında olanlara benzer şekilde- ve pek de uzak olmayan bir zaman sonra, bu trenin hızına en iyi ihtimal ve kaçınılmaz şekilde 170-180 km/sa gibi düzeylerde sınırlandırma getirilmek zorunda kalınacağını hissettim... Çünkü bence bu uygulamada hem yol, hem de satın alınmış katar/tren grubu bakımından hız sınıfı 250 km/sa değil (bunun oldukça altında).
Bunları asla çamur atmak amacıyla yazmadım. Bunlar, sadece, bendenizin acizane kanaatleri...